Geçen gün eski mahallemden geçtim. Çocukken oynadığımız boş arsalar, bugün apartmanlarla dolmuş. Bir zamanlar misket yuvarladığımız taşların yerinde park edilmiş arabalar var. O an bir film şeridi gibi geçti gözümün önünden.
O yaz akşamlarını hatırladım. Annem seslenirdi:
“Haydi eve, geç oldu!”
Ama biz biraz daha oynamak için yalvarırdık. Komşu teyze kapının önünde oturur, elindeki yelpazeyle serinler, bir yandan da bütün çocuklara göz kulak olurdu. Birimizin ayağına taş değse herkes seferber olur, birimizin canı sıkılsa “hadi gel, oyun kuruyoruz” diye yanına koşardık. Hayat işte o kadar paylaşılan, o kadar gerçekti.
Bugün aynı sokaklarda sessizlik var. Kapılar kapalı, yüzler asık. Çocuklar evde ekran başında, biz büyükler telefonlara gömülmüşüz. Komşuluk kelimesi sanki nostaljik bir hatıraya dönüşmüş. İnsanlar birbirini tanımıyor, tanısa da selam vermiyor.
Toplumun derdi büyük. Hayat pahalılığı belimizi bükmüş. Maaşlar yetmiyor, kiralar uçmuş, yollar çukur dolu. Belediye, “yapıyoruz” diyor ama yarım bırakılan işler şehre daha çok yük oluyor. Yönetenler hâlâ şatafatlı törenler, lüks makam arabalarıyla meşgul. Halkın derdi ise geçim, barınma, güvenlik. Bu tezat her geçen gün biraz daha büyüyor.
Ama bana göre asıl kaybettiğimiz şey umut. Eskiden fakirdik belki ama birbirimize yaslanabiliyorduk. Şimdi herkes kendi derdine kapanmış, umutsuzluk sarmış dört bir yanı.
Yine de bir yol var. Bu karanlıkta bir kıvılcım bile yeter. Bir selamla başlar her şey. Komşunun kapısını çalmak, çocuğu dışarı çıkarmak, bir sofrayı paylaşmak… Küçük gibi görünür ama insanın kalbini yumuşatır.
Geçmişi geri getiremeyiz ama geleceği değiştirebiliriz. Bunun için yönetenlerin de sorumluluk alması gerekiyor. Bozuk yolları tamir etmek, temiz sokaklar, güvenli parklar, adil bir yönetim sağlamak onların görevi. Bizim görevimizse birbirimize yeniden güvenmek. Çünkü en çok ihtiyacımız olan şey, birbirimizi hatırlamak.
Kalın sağlıcakla....