,

Doç. Dr. Fethi Güngör


MAZLUMUN HAKKINI ÖRGÜTLENEREK SAVUNMAK


 İlkeler Koyabilmek ve İlkelerine Sadık Kalabilmek ?

Hakları ihlal edilmiş kişilere ve ailelerine maddi, manevi ve hukuki yardımlar yapan MAZLUMDER, kamuoyuna deklare ettiği şu ilkeler doğrultusunda faaliyetlerini sürdürmektedir:

  1. MAZLUMDER, herhangi bir felsefî veya politik görüşün sesi değildir; bütün politik görüş ve düşüncelerin ifade edilmesi ve örgütlenebilmesi hakkını savunan bir kürsüdür.
  2. İnsan hak ve özgürlükleri çerçevesinde yapılacak her olumlu çalışmayı, kim yaparsa yapsın, destekler.
  3. İnsan hak ve özgürlükleri alanında yapılacak bir ihlâle, kim yaparsa yapsın, karşı çıkar.
  4. Konjonktürleri ve şartları aşan bir anlayışla insan hakları yaklaşımına sahip çıkar ve bunu sürdürmede kararlı olur.
  5. Ulusal ve uluslararası tüm diyaloglarını, insan hak ve özgürlüklerinin gelişmesi ve ihlâllerinin son bulması amacıyla kurar.
  6. İnsan haklarının, devletler arası politik kart olarak kullanılmasına karşıdır.
  7. İnsan hak ve özgürlüklerini devletler ve paktlar üstü görür.
  8. Evrensel insan haklarının kullanımının, politik çıkarlarla bağlantılı olarak ele alınmasını tasvip etmez ve bu çarpıklığın düzeltilmesi için ilave çabalar ortaya koyar.? (1).

  İnsan Hakları Söylemini Olgunlaştırmak ve Yaygınlaştırmak

2011 yılında yayımlanan ?Yazarların Kaleminden Mazlumder?in 20 Yılı? isimli kitapçıkta yer alan yazıların ilkini kaleme alan Mazlumder?in kurucu üyesi Abdurrahman Dilipak şu vurguları öne çıkarmakta: ?? Müslümanların birtakım talepleri ve eleştirileri vardı sisteme karşı. Batılılar demokrasi ve insan haklarından söz ediyorlardı? Kürt sorunu için arayışlar gündemdeydi. Müslümanların bu konuda söyleyecek bir sözleri olmalı idi. Haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana, zalime karşı olacaktık. Bir topluluğa olan öfkemiz, bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevk etmeyecekti. Haksızlıklar karşısında susanlar dilsiz şeytandı! Madem böyle bir şey yapacaktık, bunun fıkhi temelleri ne olmalı idi. Hilfu?l-Fudûl ve Medine Sözleşmesi bizim için referans olabilir mi idi? (s.11). Batılı kavram ve kurumlarla mı konuşacaktık? Kendi inanç, tarih, kültür ve geleneğimizden başka referanslar bulabilecek mi idik? Hikmet mü?minin yitik malıydı da, ağuyu altın tas içre de sunuyor olamazlar mı idi? Hem de balı da suç ortağı yaparak. Özgürlük derken batılılarla aynı şeyi mi kast ediyorduk? Hem Kızılderilileri yok eden, kara derilileri köleleştiren, sarı ırkı sömüren bir halkın devam eden zulüm ve baskıları ortada iken onların bu konudaki samimiyetlerine inanabilir mi idik? Batılılar ?insan hakları? derken aslında bizim anladığımız anlamda bir ?hak?tan söz etmiyorlardı. Biz Allah?a ait olan bir ölçüden söz ederken, onlar daha seküler bir şeyden, insani sağ duyudan söz ediyorlardı. Ne kaynağımız ne yöntemimiz ne de gayemiz aynı değildi aslında. Onlar için insan hakları ?kesbî? idi. Biz ?vehbî? olduğundan söz ediyorduk. Onlar doğuştan devredilemeyen birtakım değerlerden söz ederken bile, bir kutsallıktan söz etmiyorlardı. Onun için de, onlar açısından bir takım ahlaki sapkınlıklar (cinsel sapma ve uyuşturucu) bile özgürlük sorunu idi. İşimiz zordu. Bir yandan işin teorisini oluşturmamız gerekiyordu, öte yandan acil çözüm bekleyen konular vardı. Bu süreç hâlâ devam ediyor.? (s.12). Biz ilk 20 yılda çıraklık dönemimizi tamamladık. Hâlâ teorik tartışmalarımız sürse de, şimdi, zaten evrensel bir değer olan İnsan Haklarını, katılımcı, çoğulcu, şeffaf bir hukuk devleti, adalet, barış ve özgürlük taleplerini, diğer kardeş ülke ve halklarla ortak dillendirmek için yüzümüzü doğu, batı, kuzey ve güneye dönmemiz gerekiyor. İnsan Hakları mücadelesinin bir vakıfla desteklenmesi, federasyon ve konfederasyonlara ve uluslararası birliklere dönüşmesi gerekiyor. Yeni bir dünya kuruluyor. Zor bir zamanda yaşıyoruz. Ailenin dağıldığı, bireyciliğin toplumsal planda atomizasyona sebep olduğu, insanların ahlaki değerlerden uzaklaşarak hedonist, çıkarcı bir kişiliğe büründüğü bir zamanda bu konu her zamankinden daha fazla önem taşımaktadır. Biz bunun için var olmaya devam etmeliyiz, hem de büyüyerek. İki günümüzü birbirine eşit kılmadan. Hiç kimse dünyada olup bitenleri duymazdan, bilmezden, görmezden gelme hakkına sahip değildir!? (s.14).