Afrika Dünyası ve Kültürleri Topluluğu bünyesinde bulunan 300´e yakın Afrikalı öğrenci, bu yıl 3´üncüsü gerçekleştirilen kahvaltıda bir araya geldi.
Öğrenciler, her yıl mutat olarak düzenlenen yemekli tanışma toplantısı dışında söyleşiler, müsabakalar ve geziler marifetiyle hem kendi aralarında Türkçe konuşarak kaynaşıyorlar hem de yaşadıkları ülkenin kültürel zenginliklerini yakından tanıma fırsatı buluyorlar. Ayrıca öğrencilerin katkılarıyla çıkarılan Afrika´nın Sesi adlı gazetede ise farklı ülkelerle ilgili haberler ve değerlendirmeler gündeme getiriliyor.
Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. İbrahim S. Canbolat, Afrika Dünyası ve Kültürleri Topluluğu Danışmanı sıfatıyla öğrencilere hitaben yaptığı konuşmada; “Afrika´nın doğusundan, batısından, farklı ülkelerden Türkiye´ye gelen sevgili öğrenciler… Kara Afrika´nın ak yürekli insanları… Hoşgeldiniz! Afrika Dünyası ve Kültürleri Topluluğu´nun üçüncü yılında tekrar biraraya gelmekten büyük mutluluk duyuyoruz. Her yıl yaklaşık olarak 50 yeni öğrenci geliyor Afrika´dan, aranıza katılıyor. Yeni gelen öğrencilerimizi de özellikle bir kez daha selamlıyorum.Selamlama deyince, yurtdışında geçen öğrencilik yıllarım sırasında yaşadığım bir anımı sizlerle paylaşmak isterim. Afrika´dan öğrencilerle tanışmıştım, bir gün beni uzaktan gören Afrikalı arkadaşım elini kaldırarak ‘cambo!´ diye seslendi. Ben, iyi, hem soyadımı çabuk öğrendi hem de kısaltma da yapıyor, Canbolat yerine Cambo diyor diye düşündüm. Oysa bu Afrikalı arkadaşım bana kendi kültür dilinde selam veriyormuş. ‘Selam!´ diye bağırıyormuş. Bunu sonra öğrendim. İşte farklı dil ve kültürlerin karşılaşmasından doğan beşeri tecrübe ve kazanç… Sizler de buradaki öğrencilik döneminizde mümkün olduğu ölçüde Türkçe okuyup yazarak, dinleyerek, araştırarak zamanı iyi değerlendirmeye bakmalısınız. Hangi alanda öğrenim görürseniz görün, bu ülkeye özgü kültürel kazanç elde etmeye yönelik etkinliklerde bulunun. Bu sizin için ilave bir kazanım olacaktır.Üniversite öğrenciliği önemli bir evresidir insan hayatının. Bu çağdaki sorgulama, merak ve ilgi hassasiyetlerini iyi değerlendirebilirsiniz. Başka bir ülkede ve kültür dünyasında bulunmanız bu konuda olumsuz değil, aksine, olumlu etki yapar girişimlerinize. Hatta asgari müşterekler de keşfedebilirsiniz… Müslüman olarak, insan olarak, Batılı emperyalist telkinlere karşı ortak duruş geliştirme iradesi göstererek… Bütün bunlar üniversite öğrenciliğinin potansiyel kazanım imkânları olarak çıkar karşınıza ve onlardan yararlanabilirsiniz. Ben size bir örnek vereyim kendi öğrencilik zamanımdan. Almanya´da Heidelberg Üniversitesi´nde okudum. Siyasal Bilgiler ve Sosyoloji Bölümlerini çift anadal olarak tamamladım. Orada öyleydi o zaman. Ya bir anadal ve iki yandal, ya da iki anadal okuma zorunluluğu vardı. Ben iki anadal tercih etmiştim. İyi de oldu. Bugün Uluslararası İlişkiler konularını analiz ederken, örneğin yanıbaşımızdaki Suriye ve genelde Ortadoğu sorunlarını incelerken, Türkiye´ye sığınan mültecilerin ülkelerinde nasıl bir toplum ve insan manzarasının bunları oradan kaçmaya zorladığını anlamak için sosyolojik arka plan hakkında da bilgi ve fikir sahibi olmak gerekir. Neyse, esas söyleyeceğim şeye gelelim. Örnek şuydu; Sosyoloji Bölümünde bir derste hoca, Prof. Schluchter Marksizm konusunu işliyordu. Marksizm, biliyorsunuz, din ve tanrı inancını insanın içinde bulunduğu dünya sorunları ve mahrumiyetlerini dindirmek amacıyla kendi zihin ve tasavvur dünyasında oluşturduğu bir gerçek-dışılık olarak tanımlıyor, gerçekte var olanın maddi dünya olduğunu ve bunun da din ve devlet gibi kurumlarla insanı ezdiğini iddia ediyor. Dine inanan insanın öte dünyaya yöneldiğini, mevcut dünyanın haksızlıklarıyla mücadele etmek yerine, kendi tasavvuru ile kurduğu öte dünya cennetinde rahatı tercih ettiğini ileri sürüyor. Özü bu. Hoca bunları anlatırken bir yandan da 1980´li yılların ilk yarısında Polonya´da Leh Walesa önderliğinde Hıristiyan işçiler Kilisenin de desteğini alarak Komünist partiye karşı ayaklanıyordu. Afganistan´da ise Müslümanlar, ki onlar Afgan Mücahitleri diye biliniyordu, Sovyet işgaline karşı vatanlarını savunmak için savaşıyorlardı. Ben bunları haberlerde her gün izliyordum, hatta Köln´de Müslümanlar olarak bazı Almanlarla birlikte Sovyetlerin Afganistan´ı işgalini tel´in mitingine katılmıştık. Derste dinlediklerimle gerçek dünyada gördüklerim birbiriyle çelişiyordu. Bunun üzerine, hoca ile konuşarak,Karl Marks´ın Din Eleştirisi adlı makalesinin eleştirisini bir seminer konusu olarak almak istediğimi söyledim. Hoca bunuçok ilginç bularak kabul etti. O çalışmayı tamamladım. Tabii ki burada şimdi onu anlatmak için yer ve zaman uygun değil. İçeriğini başka bir zaman, belki ayrı bir söyleşi olarak konuşuruz. Sadece şunu ifade edeyim; Din Eleştirisi makalesi Marks´ın tezinin temelini oluşturur. Onu çürütürseniz, Marksizm de anlamsızlaşır. Ben şunu gördüm ki, Marks sınırlı bir gözlem yaparak genel sonuca varmış, bu da isabetsiz olmuştur. Mesela İslam dinini incelemeden, orada insanın yeryüzünde Tanrı´nın vekili, halifesi sayıldığını bilmeden oluşturmuştur tezini. Bunlardan örnekler verdim. Prof. Schluchter, çalışmayı inceledikten sonra üzerine ‘´Besserals gut, yani ´İyiden daha iyi´´ yazarak güzel bir not vermişti. Demek ki üniversitede öğrenci iken de ders dinleyerek ve toplumda gözlem yaparak bir bilim faaliyetinde bulunabilir insan.Şimdi sözü yemek sonrası bu mekânda daha fazla uzatmadan uygun bir salonda bir konferansta buluşmak dileğiyle sizleri sevgiyle selamlıyorum. İyi akşamlar ve başarılar diliyorum” ifadelerini kullandı.
Topluluk Başkanı ve bazı öğrenciler de konuşma yapıp şiir okudular.Toplu fotoğraf çekiminden sonratoplantı sona erdi.
